Şiddet, çaresizliğin tezahürüdür.
Şiddet, şiddeti uygulayanın zavallı olduğunun alalanmasıdır. Bu, en çok erkeğin kıskançlık ya da bir başka nedenden ötürü kadına uyguladığı şiddette görülebilir. Şiddet, güç ile uygulanan ama güçsüzlüğü ifade eden bir olgudur.
Şiddet, iktidara içkindir.
Şiddet, iktidara içkindir. İktidar hiyerarşiye. Şiddet, dile hapsolmuş öznelerin kavrayışındadır. Şiddet, dile hapsolmuş öznenin bir olgu durumunu rasyonel biçimde analiz etmesi sonucu iradi olarak –tam bir rasyonalite içinde- uyguladığı ve taraflarca ‘meşru’ görülen bir olgudur. İktidara ve onun uzantısı olan ideolojik araçlara rıza gösteren, boyun eğen özne, kendine uygulanan şiddeti örtük biçimde onaylamaktadır. Bu olguya en çok şiddetli şiddet gören kadınlarda ve ergenlerde rastlanır. Çünkü kadın, şiddet görse de bir erkeğin koruyucusu tarafından “sahipli” biçimde yaşamaktan feragat etmemekte. Bir tür “maliyet fayda” analizi ile gördüğü şiddete izin vermekte, hatta bunu onaylamaktadır.
Şiddet, şiddeti uygulayanın onurunu zedeler.
Acı vermeyen şiddet olanaklı mıdır? Şiddet ve acı (ruhsal – bedensel) ayrılabilir mi? Şiddeti, neden insanın onuruna yönelik bir eylem olarak anlamak eğilimindeyizdir? Burada onurdan anlaşılan nedir? Onuru zedelenen aslında şiddeti uygulayan değil midir? (İ. Kuçuradi) Şiddet gören, şiddet görmeyi tercih etmemiştir ama şiddeti uygulayan “cellat” statüsünde de olsa şiddet(i) uygulamayı tercih eder. Aslında asıl şiddet, şiddet uygulamayı seçenin iradesi üzerinde varlık kazanan devletin ideolojik bir aygıtın uygulayıcıyı nesneleştirip şiddet olgusunun şiddeti uyguladığı kişinin bedeni ve/veya ruhunda nesnelleşmesidir.
Şiddet uygulayan otorite (anne – baba, öğretmen, komutan vb.) yasaların ve toplumun kendine verdiği “imkan”ı hayata geçirir. Aslında bir anlamda uygulayıcısıdır. Şiddeti üreten toplumsal bilinçtir. Şiddetle mücadele, kişilere değil toplumsal bilince yönelik olunca anlamlıdır. Şiddet, bireyin özneleşme ya da kişileşme sürecinde bilinç varlığına dönüşen ve iktidarca giydirilen kişinin bilincine sinmiştir. Şiddet, bu anlamda sosyolojik, kültürel bir olgudur da
Eğitim, şiddet yollarından biridir.
Eğitimin ve toplumun diğer kurumlarının şiddeti bir araç olarak kullandığı dönemler olmuştur ve halen çeşitli yerlerde kullanılmaktadır. Günümüzde fiziksel şiddet, göreli olarak sona ermiş yani okullarda, evlerde ve kışlada) ama akademik şiddet, dozu aratarak devam etmektedir. Eğitim, iktidarın önemli bir ideolojik aracı olarak çerçevesi içine soktuğu özneleri her zaman eğip bükmüştür. Bugün, Zeitgeist’ın da etkisi ile görünen şiddet değil ama görünmez şiddet tüm alanı kaplamaktadır.
Şiddet, ihtiyaca dönüşür.
Şiddeti, iktidardan, iktidarı devletin ideolojik aygıtlarından ayıramayız. Eğitim şiddeti, hayatı her alanda tanımlayarak bireyi kuşatır. Şiddet, öğrenilir. Maruz kalınan şiddet, bir süre sonra ihtiyaca dönüşür.
Şiddet, modern insan bilincinin çimentosudur.
Günümüz modern insanı, her anlamda aşırı uyarılmalar (görsel, işitsel, beslenme, etkinlik vb.) yaşamaktadır; bu, bireyi bedensel ve ruhsal anlamda yeniden inşa edip yapılandırmaktadır. Yapılanmayı besleyen şiddet, bilincin çimentosuna dönüşür.
Şiddet, arınmadır.
Şiddet içeren filmler ve oyunların bir fantezinin ötesinde toplumda karşılık bulur. Bu olgu, şiddetin, insanın varoluşunda ya da naturasındaki şiddete olan eğilimini okşamasına bağlanabilir. İnsan, toplumca kabul edilebilir mecralara şiddete olan eğilimini akıtır. Bir tür bireysel ve toplumsal arınmadır (katharsis).
Şiddet, bir iletişim aracı ya da yoludur.
Şiddet, bir iletişim yoludur. Taraflar, iletişir. Şiddet, şiddete taraf olanların şiddet(in) diline vakıf olduğu varsayımından hareket eder. Bir iletişim dili olarak şiddeti bilmeyen ya da kültürel olarak bunu yaşamamış birine uygulanan şiddet, amacına ulaşabilir mi?
Şiddeti besleyen şiddet(in) dilidir.
Hz. İsa, stoacılıktan Hristiyanlık ahlakına evrilen ahlak anlayışını “Size tokat atana öbür yanağınızı çevirin.” diye dillendirir. Bu sözde görünürlük kazanan ahlak anlayışı, şiddetin dilini kabul etmez. Şiddete, kendi dilinde yanıt vermeyerek şiddete son verir. Şiddetin ne denli güçlü olursa olsun hiçbir şekilde şiddet ile sona erdirildiğine tanık olunmamıştır. Şiddette ısrar edilmesi, soruna gösterilen tepkilerin onur ile ilişkilendirilmesidir. Şiddet, taraflar, şiddet dilini kullandığı sürece devam edebilir.
Şiddet, toplumsallığın tezahürüdür.
Hayvanların kendilerini koruması ile şiddet farklı kategorilerde değerlendirilebilir. Şiddet, insanın içindeki toplumsallığın tezahürüdür. Ataklar şeklinde kendini gösterir. Sonuç olarak genellikle şiddet, kişinin rızasıyla olanaklıdır. Kişinin, sürece iradi olarak müdahale edemediği örnekler de vardır. Bu tür örneklerde kişi, vicdanen kendini suçlamaz, hatta maruz kaldığı şiddet, iradi bir varlık olarak güçlenmesini de sağlayabilir. Siyasi şiddetlerde ve aile içi şiddetlere yaşanan sıklıkla bu tür bir olgudur.
Şiddetin kaynağı içgüdüler değil toplumsal bilinçtir.
Bazı psikanalitik okullar, şiddeti, doğuştan gelen bir içgüdü olarak tanımlıyorlar. Bir grup da bir engelle karşılaştığı zaman kişinin verdiği tepki, ya da doyumu engelleyen unsurlarla baş etme davranışı olarak tanımlıyor. Şiddet davranışının ruhsal enerjisini üreten içgüdüsel, biyolojik süreçler var mutlaka (ölüm içgüdüsü gibi. S. Freud 1920) ama, hayvan saldırganlığından insanın saldırganlığına şiddeti farklılaştıran, insanların engellenmeyle ilgili algılarının son derece farklı olması. İnsan, hayvana göre çok farklı nedenlerle engellenmiş hissedebiliyor kendisini. Yani okulda kendisine düşük not veren bir öğretmeni bıçaklayan öğrenci, hangi tür bir engellenme yaşıyor. Ya da sevdiği kişi “hayır” dediğinde onu öldüren kişideki engellenmişlik duygusunun kökeninde içgüdülerin olduğu söylenemez.
İnsan, hayvani saldırganlığı şiddete dönüştüren bir canlıdır.
Şiddet karşılığı olarak “violance”, saldırganlık karşılığı da “aggresion”ın kullanılması, bizde tartışmalarda çok ayrım yapılmasa da psikinalitik anlamda önem arz ediyor. Saldırganlık şiddeti de kapsar; çünkü ‘şiddet – violance’, daha çok insan ilişkileri ortamında ortaya çıkan saldırganlık olarak tarifleniyor. Saldırganlıkta bir amaca yönelik fiziksel veya sözel eylem var. Hayvan davranışları için şiddet terimini kullanmıyoruz. Hayvan davranışları ile uğraşanlar (etolog), bir fiziksel saldırının yanında tavır, ses gibi sinyallerin de agresyonla ilişkili olabileceğini belirtiyor. Örneğin bir kuşun kendi yaşam alanına başka bir kuş ya da canlı girdiği zaman ötüşüyle ilgili değişiklikler oluyor. Bu bir saldırganlık sinyali. Köpeğin hırlaması v.s. ya da bir insanın yüz ifadesi. Hayvan davranışları ile ilgili yapılan çalışmalar gösteriyor ki, hayvanlar, daha çok yaşam alanlarını korumak, çiftleşmek, liderlik için saldırganlık gösteriyor.
Şiddet, öfkeyle zehirlenmiş ruhun afyonudur.
Şiddet, kaçınılmaz mıdır? Tarafları karşı karşıya getiren sorun her ne olursa olsun insan şiddetten kaçınabilir. Şiddet, sorunları çözümlemediği gibi daha da derinleştirir; çünkü direkt onur ile ilişkilendirilir; bu, öfkeye, kine dönüşür ve ruhun kirlenmesine neden olur. Ruh, arınmak için şiddete ihtiyaç duyar. Öfkeyle zehirlenmiş ruhun afyonu şiddettir.
V. Metin Bayrak
2011’Bahçeşehir, İstanbul
